ZEHRA

            Damarları çatlayacakmışçasına sımsıkı tuttuğu elinde, kapağından ve dört kenarından birkaç kat bantla kapatılmış, sararmış bir zarf duruyordu. Dünya üzerinde başka hiçbir zarf o anda elinde tutmakta olduğu kadar sadece sahibine ait olamazdı. Gönderen kişinin isminin yanında parantez içinde "annen" yazıyordu. Zarfı ilk aldığında yine bilindik eşek şakalarından birini yapan arkadaşlarının bir kötülüğü sanmış, postacının üzerine yürümüştü. Tam ortalığı birbirine katacakken postacının gözlerindeki korkuyu görmüş, adamın telaşı karşısında bunun bir şaka olmadığını anlayıp usulca geri çekilmiş, yine de özür dilemeden, zarfı hırçın bir hareketle çekip almış ve koşarak uzaklaşmıştı.

            Kendini bir yetişkin gibi görmeye başladığından beri, kimseden çekinmiyordu. Artık ne dayak, ne hafta sonu cezaları ne de bulaşık yıkamak korkutuyordu onu. Bütün kızlarla birlikte "Anne" diyerek seslendiği Müdüre Hanım da eskisi kadar baskı yapmıyordu. Çocukluğundan beri her davranışıyla, her sözüyle talep ettiği özgürlüğünün tadını az da olsa almaya başlamıştı. Müdüre Hanım’a artık "Anne demesem mi acaba?" diye düşünmeye bile başlamıştı ancak ne yaparsa yapsın ağzından başka bir kelime çıkmıyordu. Soracak olsanız, tadını almaya başladığı bu özgürlüğü dişiyle tırnağıyla kazandığını söylerdi. Sesini yükseltebileceğini fark ettiği andan itibaren daha fazla ses çıkarmaya, istemediği bir şeyle karşılaştığında itiraz etmeye başlamıştı. Kimi zaman kendisine yakıştıramadığı arsızlıklar yaptığı oluyor, büyük küçük dinlemeden herkesle kavga etmekten çekinmiyordu. Ancak kendisi ile baş başa kaldığı zamanlarda, (özellikle de cezalı olduğu ve saatlerce lavabonun başında, ellerini ve ayaklarını hissetmeyene kadar bulaşık yıkamak zorunda kaldığı zamanlar) düşüncelere dalınca, iplerinin hala başkalarının elinde olduğunu anlıyordu. Artık dayak yemese bile bulaşık yıkama, gece nöbeti tutma gibi cezaların asıl patronun kim olduğunu göstermek için verildiğini yavaştan fark etmeye başlamıştı.

            Elinde tutmakta olduğu zarfla birlikte koğuşun kapısından girmek üzereyken birden durdu. Arkadaşlarının içeride ona rahat vermeyeceklerini biliyordu, istese hepsini kapı dışarı edebilir, koğuşta tek başına kalabilirdi ama zihni bunlarla uğraşamayacak kadar bulanıktı. Geri döndü ve kimi zaman ağlamak kimi zaman da sigara içmek için kullandığı tuvaletlerin olduğu kata çıkmak üzere merdivenlere yöneldi. Koşar adım kendisini yukarı taşırken, kalbinin atışları dışarıdan bile duyuluyordu. Ellerinin ve ayaklarının heyecandan titrediğini hissedebiliyordu.  Birden başı döndü, durup tırabzanlara tutunmak zorunda kaldı, düşecek gibi oldu ama ne düşmenin ne de durmanın zamanı değildi, yavaş da olsa çıkmaya devam etti. Bu baş dönmesi hissini iki yıl önce bir yılbaşı gecesi, artık yurtta kalmayan ama dışarıda da mutlu olmadığı için sık sık ziyaretlerine gelen bir ablasının (Yurtta herkes abla, herkes kardeşti) getirdiği votkayı içtiğinde duymuştu. O gece bu merdivenleri iki kişinin yardımı ile çıkarak tuvaletlere kusmuş, ardından bir ay boyunca dışarıya çıkmama cezası almıştı. Başını yukarı kaldırdı, derin derin nefes alarak rahatlamaya çalıştı, tuvaletlerin kapısına güç bela ancak varabildi ve kendini geniş kapıdan içeri attı. Bu alanın her yeri beyaz fayanslarla kaplıydı ve bütün camlar yaz kış demeden açık olurdu. Her zamanki gibi içerisi bir buzhaneden farksızdı. Soğuk havayı ciğerlerine çekince biraz daha rahatladı. Sol tarafında pek çoğu kırık beyaz fayanslarla kaplı bir duvar, sağ tarafında ise her bir duvarında 8 tane olmak üzere 16 lavabo ve ayna bulunan 3 ayrı koridor vardı. Şanslı sayılırdı çünkü içeride kendisine ilişemeyecek kadar küçük bir kızdan başka kimse yoktu. Küçük kız bir yandan lavaboda çamaşırlarını yıkıyor bir yandan da durduğu yerde dans ederek neşeli bir şarkı söylüyordu. Zehra, dışarıdaki insanların hiçbirinin burada olmak istemeyeceğini düşünüyordu. O'na göre insan dağ başında kalmak ya da bir hapishanede olmak bile isteyebilir ama hiç kimse bir yetiştirme yurdunda bulunmak istemezdi.  Bu yüzden hala neşe ile şarkı söyleyebilen bu kızları bir türlü anlayamıyordu, hiçbirini sevmiyordu. Yeterince kızgınsa şarkı söyleyen kızları gördüğü yerde susturmak için kavga etmek de dahil olmak üzere her yola başvuruyordu. Küçük kız, Zehra'yı görünce şarkısını yarıda bırakıp ellerini lavabodan çıkardı ve bir adım geriye geldi.  Zavallı kızcağızın tedirgin olması için şarkı söylerken yakalanmasına gerek yoktu. Yetiştirme yurdunda kızlar hep temkinliydiler. Neyse ki Zehra'nın kimseyi görecek hali yoktu. Sigara içmek için kendini kapattığı tuvalet en dipteydi.  Tam karşısında küçük tuvaletler denen ayrı bir yer vardı, burayı yaşları daha küçük kızlar kullanırdı. Küçük tuvaletlerin sağ duvarında yurdun hapishane olarak kullanıldığı zamanlardan kalma, pek çoğu kırılmış pisuarlar vardı.

            Zehra sol taraftaki kapıdan girdi ve sağdaki ilk koridora saparak sonuna kadar gitti, koridorun sonunda cam kenarındaki tuvaletlerden birinin kapısının önüne gelerek durdu.  Tuvaletlerin kapıları her zaman pis olurdu ve tam olarak kapanmadığı için de kimse kapı kollarına dokunmaz, ya tekmeleyerek yada omuzlarıyla vurarak açıp kapatırlardı. Biraz alışkanlık ve biraz da bitkinliğin etkisi ile Zehra kapıyı omzuyla ittirerek açtı. Dışarıdan gören birisi Zehra'nın tuvaletin içinde yığılıp kaldığını düşünürdü.   

            İçeriye girdi, sırtını her tarafı hem küfürler hem de şiirlerle doldurulmuş kapıya yasladı, bazılarını bizzat Zehra'nın kendisi karalamıştı. Artık ayaklarında derman kalmamıştı, yavaşça yere çöktü ve zarfı açmaya koyuldu. Cebinden çakısını çıkardı, bantlı yerleri hızlıca açmaya başladı, bir ara zarf elinden kayıp düşecek gibi oldu, çok korktu, “hiiğ” sesi duvarlarda yankılandı. Daha sakin olmaya karar verdi. Sonunda zarfı açtığında içinden farklı kâğıtlara farklı kalemlerle yazılmış dört adet mektup çıktı. Kendini daha fazla tutamayarak ağlamaya başladı.

            Ne şimdiki Müdür Annesi, ne de buraya ilk geldiğinde onu teslim almış olan eski Müdür Annesi, Zehra’ya annesi ile ilgili hiçbir şey anlatmamışlardı. Zehra,  onu her çağırışlarında kendisine annesinden bahsedeceklerini düşünür, müdür annesinin gözlerine kilitlenir, boşuna bir anlam bir iz bulmaya çalışırdı.

Babasının da kim olduğunu bilmiyordu, hiç akrabası yoktu.

            Ağlamak iyi gelmişti, bir sigara yaktı,  ikiye katlanmış haldeki kâğıtların en içte olanını açtı ve okumaya başladı.

-------------------------
            Kızım, benim güzel kızım, sevgili kızım.
Bu mektubu sana 15 yıl öncesinden yazıyorum, çok şanslısın çünkü sen benim gibi olmayacaksın, anneni bizzat annenin yazdıklarından tanıyacaksın. Benim bütün hayatım, bu güne kadar yaşadıklarımın ve bundan sonra son nefesime kadar yaşayacaklarımın hepsi sadece senin için. Her şeyi senin için yaptım ve senin için yapacağım. Bana kızmayacağını beni anlayacağını çok iyi biliyorum, çünkü sen içindeki ışıkla yol alacaksın, her zaman doğruyu kendin bulacaksın, kimseye tabi olmayacaksın. Seni hiç kimse sahiplenemeyecek böylece hiç kimsenin senin üzerinde söz hakkı da olamayacak. Hiç kimse sana ne yapacağını söylemeyecek, kimseye hesap vermek zorunda kalmayacaksın, hayattaki seçimlerin ve kararların hep sana ait olacak. Temiz duygularla büyüyeceksin kızım, hiçbir şey seni ve içindekileri kirletemeyecek. Üvey kardeşlerin de olmayacak senin, buna asla izin vermeyeceğim. Bir gün gelip büyüdüğünde her şey için bana çok teşekkür edeceksin. Benim senin için açtığım yoldan güvenle ve kendinden emin bir şekilde yürüyüp gideceksin. Çünkü ben senin yolundan bütün engelleri kaldıracağım ve bunu hayatım pahasına yapacağım. 13 Eylül 1990 Antalya.
-------------------------------

Zehra annesinin öldüğünü sanıyordu, oysa burada yazanlar bambaşkaydı. İki mektup arasında, kısacık zamanda hayallere daldı. Annesi, onun için çok güzel bir hayat hazırladığını söylüyordu. Güzel günlere az kalmıştı. Gelip onu alacağını günü düşündü. Kalbi hala çok hızlı atıyordu, bir sigara daha yaktı ve ikinci mektubu eline aldı.

--------------------------------------
Benim güzel kızım,

Kalbim heyecanla dolu. Hayatım boyunca kendimi bu kadar sevinçli hissettiğim başka bir zaman hatırlamıyorum. Seni içimde hissetmek duyguların en güzeli, bu dünyaya bir insan getirmek insanın en büyük erdemi olmalı.

Sana anneni sadece annenin yazdıklarıyla tanıyacağını söylemiştim, bunun senin için ne kadar kıymetli bir hediye olacağını bilmeni isterim, çünkü ben annemi sadece babamın bana anlattıklarıyla tanıyorum ve hiç güzel şeyler anlatılmadı bana. Zaten babam hiç kimse için iyi şeyler söylemez. O bu dünyaya gelmiş insanların en kötüsü. Annemin amansız bir hastalıkla öldüğünü söylüyor ama ben inanmıyorum, bu kadar kötü bir insanın karısını öldürmesi hiç de tuhaf sayılmaz öyle değil mi? Bence o bir katil ve herkesle birlikte beni de kandırmaya çalışıyor. İşte bu yüzden ben annemi hiç tanımadım, Benim güzel Zehra'm sen beni çok iyi tanıyacaksın.

Annemin canını alan o adam bana da hayatı zindan etmek için elinden geleni yaptı yavrum. Annemin ölümünün ardından hiç vakit kaybetmeden yeniden evlenmiş. Bunu ben hatırlamıyorum ama çocukluk arkadaşlarım Serap ve Fatoş bana anlattılar.  Onlar da anneleri konuşurken duymuşlar. Ben henüz bebekmişim annem öldüğünde, nasıl hatırlayayım ki! Hem babam olacak o adamın annemin ölümünün ardından zaman geçirmeden evlenmiş olması, annemi onun öldürdüğünün bir kanıtı değil mi sence?  Üvey anne diye eve getirdiği kadının iki de oğlu vardı. Annen bahtsızdı yavrum, hiç yüzü gülmedi. Katil bir baba, üvey bir anne ve iki üvey kardeşin olduğu o gecekondudan bozma evde nasıl gülsün ki! Seni onlardan korumak için kim oldukları ve nerede yaşadıklarıyla ilgili hiçbir şey söylemeyeceğim. Yoksa iyi bir avukat olup o adamın annemi öldürdüğünü ispatlayıp içeriye tıkmanı o kadar isterdim ki. Ahh bak gördün mü, sen özgür bir kız olacaktın di mi?  Oysa ben burada durmuş senin avukat, doktor, öğretmen olman ile ilgili hayaller kuruyorum. İşte bu yüzden kızım, sana ben de engel olmayacağım.  Bu günlük bu kadar yeter, biraz dinlenmeliyim, kendime dikkat etmeliyim, öyle değil mi? Yorgunluktan ölmek üzereyim, ölmek dedim de, hay Allah neyse. 4 Kasım 1990 Antalya
------------------------------

Zehra ayaklarının uyuştuğunu ancak mektubun sonuna geldiğinde fark edebildi, dakikalardır aynı pozisyonda oturmaktaydı. Sol eliyle duvara tutunarak yavaşça doğruldu. Okudukları onu serseme çevirmişti. Annesinin olanca nefretine rağmen dedesini tanımış olmayı geçirdi içinden. Bir akrabası olduğu fikrini öylesine silmişti ki zihninden, hayatta olan bir yakını olduğunu öğrenmesi bile heyecanlanıp, umutlanmasına yetmişti. "N'olurdu sanki kötü de olsa bir dedem olsaydı" diye düşündü.  "Buradakiler dövmüyorlar mı sanki!"

İki mektubu okul ceketinin sağ cebine tıkıştırıp üçüncü mektubu açtı, dakikalar içinde heyecanı umuda dönüşmüş, sonra da yerini keşkelere bırakmıştı.

----------------------------                             
Güzel kızım benim,

Sana uzun zamandır yazmıyorum, bu hamilelik beni çok yoruyor. Karnımda belirmeye başladın biliyor musun! Seni şimdiden çok seviyorum. Ne kadar güzel bir kız olacağını düşündükçe daha da heyecanlanıyorum. Senin özgür bir dünyan olacak, karnındaki bebeği kimselerden saklamak zorunda kalmayacaksın ya, inan bana çok mutlu olacaksın kızım. Ahh ah, özgürlüğün ne demek olduğunu kimse benim kadar bilemez.

Senin baban çok yakışıklı bir adam biliyor musun kızım? Tabi ki bilmeyeceksin, bilme de zaten Onu bu otele gelen yüzlerce adamın içinden senin için seçtim. Senin uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, dünyalar güzeli bir kız olman için inan bana çok çaba sarf ettim. Üstelik de çok zeki bir adam. Buraya büyük bir turist kafilesinin başında gelmişti ve duyduğuma göre çok da zengin. Akıllı bir adam olmasaydı nasıl zengin olacaktı öyle değil mi? Onu kandırmak hiç de kolay olmadı, bu uğurda az daha işimi kaybediyordum, yine de yılmadım. Bu yaptığımdan dolayı burada herkes bana çok kötü gözle bakıyor ama ben hiçbirine aldırmıyorum. Sen de beni ayıplama olur mu kızım! Bunu yapmak zorundaydım, çünkü ben de annem gibi kocası tarafından öldürülen bir kadın olmak istemiyorum, beni anlıyor musun? Sonra da çocuklarımın başına üvey anne, kardeşler falan, neyse. Babanın senden hiç haberi olmayacak, böylece sana hiç kötülük de yapamayacak. Senin önündeki bütün engelleri kaldıracağımı söylemiştim ya, işte böylece en büyük engellerden birini başından savmış oluyorum. Şimdi beni takdir ediyorsun, öyle değil mi kızım? Hem, hiç kimse açıkça söylemese de, benim zamanımın kadınlarının bu hayattaki bütün amacı, boylu poslu azıcık da paralı bir koca bulup, onun çocuklarını büyütmek. Senin zamanında böyle olmayacak inanıyorum.

Yeri gelmişken biraz da erkeklerden bahsedeyim sana. Biliyorum büyüyünce sen de âşık olacaksın, "olma" desem iyi ama biliyorum olacaksın. Seni özgür bırakacağım demiştim ama izin ver de birkaç öğüt vereyim. Ben sana şimdiden nasihatler ediyorum ama sen hayatında kimseyi dinleme kızım. Hem birinin yaşadıklarının başka birine faydası olduğu görülmemiştir zaten. Ama anneler başka di mi? Sen beni dinle kızım.

Sana "Erkekler kötüdür demeyeceğim" çünkü sen benim gibi sırf babandan kaçmış olmak için bir kötü adamı sevmeyeceksin. Saf da olmayacaksın, seni kandıramayacaklar. Merak etme beni nasıl kandırdıklarını, bana ne yaptıklarını anlatıp da seni bunlarla üzmeyeceğim. Sana sadece kimi seveceğini, kimi arayacağını anlatacağım kızım.

Seni sevecek olanı arayacaksın, gözlerine baktığında anlayacaksın. Sade sevilmek yetmeyecek, seni kandırmayacak olanı, sana sahip çıkanı arayacaksın. Senin için bütün dünyaya meydan okuyacak olanı arayacaksın. İş seninle de bitmeyecek. Olmaz ya, çocuklarına iyi baba olanı arayacaksın. Çocuklarını dövmeyecek, elbise, pabuç, oyuncak istedi mi alacak olanı arayıp bulacaksın. Bu saydıklarım olmayacaksa âşık da olma kızım.
20 Aralık 1990 Antalya.
--------------------------------------

Okuldan dönen kızlar, sigara içmek için tuvaletlere gelmeye başlamışlardı. İkişerli, üçerli gruplar halinde gelen kızlar, bir yandan gülüşüp, konuşuyorlar bir yandan da yaktıkları tek sigarayı sırayla birer kez tüttürerek içip gidiyorlardı. Zehra akşam olduğunu böylece anladı, birazdan yemeğe inmesi gerekecekti ama onun aklı az önce okuduklarındaydı. Bir babası olduğunu biliyordu ama ilk defa birisi babasından bahsediyordu. Yeniden ağlamaya başladı. Annesinin tarifi yıllardır rüyalarında gördüğü adama çok benziyordu. Dalgalı, sarı saçlarına baktı, mavi gözlerini düşündü, annesi doğru söylüyordu, güzelliğini babasından almıştı.  Annesinin kendisini gelip alacağı fikri kafasından uçmuş gitmişti. Şimdi tek düşündüğü babasının kim olduğuydu. Annesi babasını ondan gizlemişti ama 14 yaşındaki bir kızın kendi kendine Allah'ı bulan kalbi, aynı inançla babasını bulacağına inanıvermişti. O küçücük tuvaletin içinde kalbi yine umutla doldu.  

Babası ile ilgili okudukları zihnini öylesine doldurmuştu ki, annesinin erkekler ile ilgili yazdıklarını hiç görmemiş gibiydi. Bu kayıtsız kalışında daha önce erkekler ile ilgili hiçbir şey düşünmemiş olmasının da etkisi vardı tabii. Çocukluktan yeni çıkmış sayılırdı ve bu konuda hiçbir tecrübesi olmamıştı.

Arka arkaya sigara içmekten midesi bulanmıştı, üçüncü mektubu da cebine tıkıştırıp, sonuncuyu eline aldı ve okumaya başladı.

---------------------------------------
Ah benim güzel kızım.

Aradan çok uzun zaman geçti, geçen günlerde karnım iyice büyüdü ve bu kocaman karınla sabahtan akşama kadar bulaşık yıkamak beni ölmekten beter yoruyor. (Zehra burada yeniden ağlamaya başladı) Bu günlerde ölümü çokça düşündüğüm zamanlar oldu ama ben senin için yaşadım kızım, senin için kendime de direndim. Hem yazamasam da hep konuştum seninle, beni hep duydun biliyorum. Birlikte çıktığımız bu yolculuğun sonuna geldik artık. Sana vaadim gerçek olacak kızım, önünde hiç bir engel kalmayacak.

Aradan 15 yıl geçtikten sonra polislerin bir işine yarar mı bilmiyorum ama adet olduğu üzere söylemek zorundayım; Ölümümden hiç kimse sorumlu değildir. Ya da çok isterseniz babam olacak o adamı sorumlu tutabilirsiniz, siz bilirsiniz. Babamın beni sattığı kocamın da hiçbir suçu yoktur, eminim o da benim gibi kötü bir baba elinde bu hale gelmiştir. Eğer kaçıp buraya gelmeseydim o da çocuklarıma zulüm edecekti eminim, kim bilir belki beni bile öldürürdü. Hayatım boyunca hiçbir konuda söz hakkım olmadı, hiç olmazsa kendi ölümüme kendim karar vermek istedim.

Ve işte böylece kızım, hayatın boyunca seni bütünüyle özgür kıldım.

Hoşçakal.
Nisan 1991 Antalya
--------------------------------------------------

Zehra'nın çığlıkları bütün katlardan duyuluyordu. Bir taraftan saçlarını yoluyor bir taraftan annesine haykırıyordu. Neredeyse bütün saçı ellerindeydi, yüzü tırnak izleri ile kaplanmıştı. Gözleri yuvalarından fırlamış, kan ve ter içindeki yüzü tanınmaz hale gelmişti. Haykırışlarını duyup kapıya yığılan kızlar duyduklarına bir türlü anlam veremiyorlardı.Yalnızca annesini yeni kaybetmiş bir kız çocuğu böyle ağlayabilirdi oysa Zehra'nın annesi hiç olmamıştı.

İçeride ağlamaktan bayılana kadar geçirmiş olduğu süre içerisinde kapıyı açmaya kimsenin gücü yetmedi. Baygın olarak çıkarıldığında bütün mektupları çoktan yırtıp tuvaletin deliğine doldurmuştu bile. Olaydan sonra kimse ona bir şey sormadı, tam da annesinin dediği gibi kimse onu sahiplenmedi. 

Birkaç gün içerisinde toparlandı. Hayatında hiçbir değişiklik olmadı.                                                                                                                 


Comments

metu26 said…
Evet evet ben bu kızı tanıyorum. Hiç görmedim gerçi ama yazıyı okurken tekrar hatırladım. Aslında kızın babasını tanıyorum desem daha doğru olur sanırım. Yıllar önceydi, işsizlikten yakınırken girdiğim iş yerinde çok iyi bir tercüman olan Raif Efendi'yi tanıma fırsatı bulmuştum. Çok içine kapanık ama iyi bir adamdı. Kimseyle konuştuğu da pek görülmemişti. Hastalığı sırasında dost olmuş, yaşamının son dakikalarında kaşla göz arasında sahip olduğum kara kaplı defteri sayesinde kendisini tanıma şerefine nail olmuştum. Hatırladığım kadarıyla Raif Bey Zehra'nın annesine bir yurt dışı seyahatinde bir müzede rastlamıştı. Annesine derken aslında annesinin resmine. O ne resimdi öyle! Raif Bey resmin önünde donakalmış, günlerce bu resmi görebilmek için her gün yollara düşmüş, resmi gördüğünde ise kalp atışlarına söz dinletememişti. Resim bir otoportreydi, Tabloya o zamanki sanatseverlerin taktığı isim kürk mantolu (yada eskişehirlilerin dediği gibi gocuklu da olabilir) madonnaydı sanırım. Annesi yurt dışında vefat etmişti. Bütün hikayayi babasının notlarından bildiğim için şimdi annesinin notlarını görmek beni mutlu etti. Bahtın açık olsun güzel kız..

Popular posts from this blog

GEÇİM SIKINTISI – SANAT SEPET

İnsanlar büyüdükçe, hayalleri küçülür mü?

ANTİKA DÜKKÂNI