Posts

Showing posts from April, 2007

Kuyucaklı Yusuf

Kuyucaklı Yusuf, Sebahattin Ali'nin bir romanı. Aşağıdaki iki paragraf ise o romandan bir alıntı. Buyrunuz "bizim kucuk anadolu sehirlerimizde bu muzmin evlenme hastaligi daima hukum surmektedir. en kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu umarsiz mikroptan yakalarini kurtaramazlar ve kör gibi, onlerine ilk cikanla evleniverirler. tabii bu evlenmede herhangi bir musterek hayattan ziyade, erkek icin evde bir kadin bulunmasi; kiz icin de "munasipce bir kismet" varken kacirilmamasi, dusunulmustur. bu izdivac mikrobu, evlendikten sonra faaliyetine baslar: evvelce birtakim emelleri olan, yukselmek, kendini gostermek, eser vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakayitlik gelir. evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dunya gorusu ve ihtiyatlari busbutun ayri olan bir mahlukla daimi bir beraberlik insani dis hayatta da bedbin yapar ve butun insanlardan supheye dusurur."

kimse tarafından sevilmemek

kimseden kastedilenin toplumun hangi kesimi olduğunun belirtilmediği hallerde dogru bir tanımın yapılmasının olasılık dısı varsayılacagı bir durumdur. mesela sabahları otobüste, trende bir saat boyunca gözünü kırpmadan fotomaç okuyabilen bir kesim var toplumda, bunlar mıdır acaba? sonra arkadaş çevremiz de olabilir bu kesim; mesela hep bir çıkar peşinde koşan, ders notu istemek için yalvaran ya da güzel bir kız için sizi anında satabilecek hatta üzerinize basıp kendini göstermeye çalışmakta bir beis görmeyen, akıllı geçinen, uyanıklık etmeyen herkesi enayi olarak gören insanlar da var, bunlar mıdır acaba? mesela büyüklerimiz olan akraba çevremizden olabilir bu kesim, çoluk cocuk, geçim derdine düşmüş, ay basını getirmeyi bırak, kafası daima mevcut borçlarını nasıl çevirebileceğiyle mesgul olan, sizi bırakın kendi cocuklarına bile sevgisini göstermeye takatı kalmayan insanlar da var, bunlar mı acaba? ya da mesela işyerinde hep sıg bir samimiyet, yalan bir günaydın, cuma akşamları "

degmeyecek kisilere haddinden fazla deger vermek

haketmediği biliniyor ancak iyi niyetinden süphe edilmiyor ya da kazanılmaya çalışılıyorsa o kadar da kötü sonuçlar dogurmayan bir eylemdir. ya da beklenen son elde edilmemiş ise dahi vicdanımızı rahatsız eden birşey olmamalıdır. eninde sonunda bilmeliyiz ki; kaybeden biz degil, kadir kıymet bilmediği ya da kör olup göremediği için o'dur. her insana bir şans verilmelidir muhakkak, bazılarına bir kaç kere de verebiliriz bu şansı. belki gördüğü saygı ve sevginin ya da kendisine verilen değerin farkına varıp buna layık bir şekilde davranmaya ya da bunu hakeden bir insan olmaya çalışır diye umut edilmesi elzemdir. tabureye koltuk muamelesi yapmaktır yani. bir ümit; belki koltuk gibi davranmaya baslayabilir, koltuk gibi olmayı ogrenebilir. kim bilebilir ki zaten?

uzak durulması gerken insanlar(mış)

Ekşi'de ki bu başlığa bir şeyler yazmışım. Bir gün insanlardan uzak durun diyeceğim aklıma gelmezdi. Çok kızınca denilebiliyormuş demek ki. Neyse siz okuyun ama yine de kimseden uzak durmayın, sevin insanları, kucaklayın. ı. yagmur ve siir sevmeyen insanlar; yagmur sevmeyen insandan kesinlikle uzak durulmalıdır efenim, zira bu doga olayı askı, bereketi, temizliği, temizlenmeyi simgeler. aglarken gözyaşlarımızı simgeler, bir yerlede sevdiklerimizin üzerine de aynı yagmurun yagdığı düsüncesiyle mutlu eder. biraz romantik olacak ama insan di mi, yagmur sevecek. yagmur sevmeyen insanlar aynı zamanda buluttan nem kapan insanlardandır ki sadece bu bile uzak durmak için geçerli bir sebeptir. bir de şiir sevmeyen insanlardan uzak durmalıyız efenim, zira, şiir kendini anlatmak isteyenler için bir yol, anlamak istediklerimiz için ise bir kılavuz gibidir. şiir rahatlamın içini dokmenin, sevgiyi anlatmanın en iyi yoludur. şiir sevmeyen insanlar sevmeyi de bilmez ya da sevilmeyi de sevmez ruhsu