BİR FUTBOLCU HİKAYESİ
Son üç yıldır sezon
öncesi, devre arası kamplarına katılacak paf takım oyuncularından biri muhakkak
o oluyordu. Yavaş yavaş adı gazetelerde anılmaya başlanmıştı bile, hocalarının
dikkatini çektiğinden, süratinden ve oyun zekâsından bahsediliyordu. Artık tüm
taraftarlar adını biliyorlardı.
A takıma alınacağının
neredeyse kesinleşmeye başladığı günlerde takım arkadaşlarının kendisine
kıskançlıkla baktığını fark ediyor, yıllarca birlikte kamp yapıp, sıcakta
soğukta birlikte çalıştığı arkadaşlarının arkasından konuştuklarını duyduğunda
üzülüyor, neden böyle davrandıklarını anlayamıyordu. Halbuki kendisinden önce A
takıma katılan arkadaşları için çok sevinmişti. Sıra kendisine gelince
diğerlerinin de sevineceğini düşünmüştü. Önünde bu tür zorluklarla geçecek uzun
bir futbol hayatı olacaktı. Böyle şeylere alışması gerekiyordu. İlk önce
aldırmamayı öğrendi.
Geceleri yatağında arkadaşlarının
tutumu yerine kendisini bin bir zorlukla yetiştiren, onu hep anlayan, güçlü
olsun, üşümesin diye üzerine titreyen, fakir mutfaklarındaki az biraz balı, eti
kardeşlerinden gizlice önüne koyan gariban anası ile yağmur çamur demeden
peşinde her yere gelen babasının yüzlerini gözünün önüne getiriyordu. Tek
dileği onların emeklerini boşa çıkarmamaktı. Artık çok az kalmıştı, âşık olduğu
renkleri sırtına geçirecek bir daha hiç bırakmayacaktı. Bacak kadar çocukken
evden, okuldan kaçıp abilerinin önünden, maça giren, derste öğretmenin
anlattıklarını bir türlü kafası almadığı halde tribündeki besteleri bir kerede
ezberleyen çocuk için artık sahaya inme vakti gelmişti. Hayalleri gerçek
olacaktı. Tribünde bir sürü arkadaşı vardı. Binlerce insan kendisini
alkışlayacaktı. Kazanacağı paralar aklının ucuna bile gelmiyordu. Ona sorsalar
sahaya bir kere çıkabilmek için olmayan bütün mal varlığını feda etmeye
razıydı. Belki de bininci kez “Ah bir de kız arkadaşım olsaydı” diye
düşündü yine o gece. Ama ne aşkı tatmak ne bir güzelle iki sohbet etmek için vakti
de olmamıştı, parası da. Hocaları hep kızlardan uzak durmasını söylemişlerdi.
Şehrin havalı kızlarına takılıp giden, sonunda futbolu da, ailesini de unutan
abilerinden örnekler vermişlerdi. “Ben
onlar gibi olmam, aileme takımıma yanlış yapmam” dese de, hocalarının
sözünden bir kere bile çıkmamıştı. Zamanı gelince, takımın devamlı oyuncusu
olunca nasılsa bütün dilekleri gerçek olacaktı. Sabretmeye devam etti.
O sezon öncesi ilk profesyonel
sözleşmesine imza atmıştı. İyi para almıştı, tek kuruşuna dokunmadı,
kendisinden daha çok ihtiyacı olduğunu bildiği babasına tamamını teslim etti.
Zaten parada pulda gözü yoktu. Biran evvel sezonun başlamasını bekliyor,
heyecandan yerinde duramıyordu. Kampın en çalışkan oyuncusuydu. Antrenmana en
erken o geliyor en son o çıkıyordu. Her topa koşuyor, hocaları konuşurken
ağızlarının içine düşecek kadar yakından dinliyor, tek bir kelime kaçırmıyordu.
Takımın abileri onun bu heyecanlı, çalışkan hali ile dalga geçiyorlar, “Ne o, başımıza Maradona mı olacaksın”
diyerek takılıyorlardı. Aldırmamayı paf takımda öğrenmişti, buradakilere de
aldırmadı.
Sezon başladı, ilk
maçlarda sonradan oyuna girse de mutluydu. Adı anons edilince, daha sahaya
adımını atmadan taraftarlar çılgınca alkışlıyorlardı. Onun da kendilerinden
biri, olduğunu bu şehrin çocuğu olduğunu biliyorlardı. Arkadaşları top
kaybedince homurdanan taraftar onun hatalarına hiç tepki vermiyor, tek tük
alkışlayanlar bile oluyordu. Hiç bir şeyin onu üzmesine müsaade etmezlerdi.
Taraftar biliyordu, top kaybedilir, hata yapılır maç kaybedilir ama o ruh
kaybedilmezdi. Taraftarın ruhu artık sahadaydı. Eski güzel günler ancak böyle
geri gelirdi. Ne bu umudu ne de kendilerine bu umudu veren çocuğu, kardeşlerini
öyle kolay kaybetmeyeceklerdi. Desteklerini sevgilerini göstermekten bir an
geri durmadılar.
Taraftar desteğini
sadece saha içinde değil şehrin her yerinde gösteriyordu. Küçücük çocuklar bile
tanıyorlardı artık onu. Küçükler yolunu kesip fotoğraf çektirme yarışına
giriyorlardı. Çocukların gözlerindeki sevinci çok iyi anlıyordu. Kendisi de
çocukluğunda bu takımın yıldızlarına aynı gözlerle bakıyordu çünkü. Gittiği her
yerde başına iki-üç kişi üşüşüyor, kadını erkeği toplaşıp bol bol nasihat ediyorlardı.
Karşılaştığı herkes aynı sözleri tekrar edip duruyordu. “Aman oğlum çok çalış”, “Sen
bizim evladımızsın”, “Sakın kızlara
falan takılma ha”, “Bu takımın
geleceği sensin”ler havada uçuşuyordu. En çok da “kızlara takılma” lafına kızıyordu. İnsanlar o mutlu olsun istemiyorlardı
sanki, ne olurdu bir sevdiği olsa, bunun kime zararı olurdu, hiç
anlamıyordu. Onların karşısında yüzü
kızarıyor, utanmaktan başka bir şey hissedemiyor, neden utandığını da bir türlü
anlayamıyordu. Henüz bu kadar teveccühü hak etmediğini biliyordu aslında,
itiraz da edemiyordu. Zaten kimse ne hissettiğini sormuyordu. Sonunda bunlara
da aldırmamayı aklına getirebildi. Kendisini seviyor olmalarını sevdi sadece,
gerisini düşünmedi.
Dışarıda bunlar olurken
içeride her şey iyi gidiyordu. Taraftarın desteğini arkasına aldıktan sonra
artık kendini daha güçlü hissetmeye başlamıştı, mevkisinde oynayan oyuncu sakatlandıktan
sonra ilk onbir çıkmaya başlamıştı.
İlk onbir başladığı ilk
maçta önce tribünlere çağrılan o oldu. Reklam panolarının arkasına geçip
tribünün en yakın noktasına giderek karşılık verdi bu sevgiye. Yumruk sallamak
yerine eline kalbine götürüp, armayı öptü. “Ben
de sizdenim” demek istemişti. Tribünlerden çılgınca bir ses yükseldi.
Taraftarların bazılarının gözleri dolmuştu bile. Kardeşlerine çok
güveniyorlardı. Az önce herkes aynı şeyi görmemiş gibi, birbirlerine “Gördün mü, armayı bile öptü”, “Ta buraya kadar geldi”, “Neredeyse tribüne çıkacaktı” deyip
duruyorlardı. Diğer oyuncular da sırayla tribüne çağrıldığı halde, hiçbirisine
yapılan tezahürat ilkine yaklaşamadı. Bu durum takımın gediklilerinin de
gözünden kaçmadı tabi. O gün müthiş oynadı, takımın en çok koşan oyuncusuydu. Yaptığı
en basit hareketi bile çılgınca alkışlıyorlardı. Golsüz devam eden maçın
sonlarına doğru, neredeyse doğduğu günden bu yana beklediği, sadece kendisinin
değil bütün şehrin beklediği o tarihi an ayağının ucuna kadar geldi. Ne olup
bittiğini anlayamadığı bir anda kaleciyle karşı karşıya kaldı. Hayatı boyunca
hep bu anı düşlemişti. Ne yapacağını, topa nasıl vuracağını, nereye vuracağını
günler geceler boyunca binlerce kez düşünmüş olmasına rağmen bütün tasarılarını
bir anda unutuverdi. Aklı başından uçup gidecek sandı, gözleri karardı. Yıllardır
içinde biriktirdiği heyecan, bir anda korkuya dönüştü. Bütün tribünler
susmuştu, sanki statta çıt çıkmıyordu. Çıkıyorduysa da duymuyordu. Bütün gücünün, nefesinin tükendiğini hissetti.
Bir gayretle kafasını kaldırdı, son gördüğü şey kalecinin korku dolu gözleri
oldu. Gerisini hatırlamıyor. Gözlerini açtığında az önce hep birlikte üzerine
atlamış olan takım arkadaşları teker teker kalkıp yerlerine dönüyordu. Ancak
kaptanın tokatları ile kendine gelebildi. Müthiş bir gürültü vardı, taraftarlar
çılgınca tezahürat yapıyorlar, sanki bütün tribünler yer değiştiriyor,
kulakları sağır eden gürültü dalga dalga bütün stadı dolaşıyor, ne tarafa
bakacağını bilemiyordu. O gün hayatının en mutlu günü oldu.
Sonraki haftalar hep
güzel geçti, iyi oynuyor, goller atıyordu. Artık tasarladıklarını hayata
geçiriyor, yıllardır kafasında kurduğu gol sevinçlerini birer birer sıralıyor
her golden sonra tribünlere selam çakmayı ihmal etmiyordu. Her anın tadını
çıkartıyor hiç acele etmiyordu. Hatta bir keresinde attığı golden sonra sanki
bir sevgilisi varmış gibi hayali bir yere bakarak elleriyle kalp işareti bile
yapmıştı. Aslında bir kız arkadaş edinmesi işten bile değildi. Sosyal medyadan
her gün onlarca hoş bakışlı, güzel gülüşlü kız mesaj atıyordu. Sadece kendi
şehrinden değil, ülkenin her yerinden geliyordu bu mesajlar. Telefon numarasını
nereden nasıl bulduğu bilmediği bir sürü kişi yazarak sevgilerini dile
getiriyordu. Bunların hangilerinin hayranlık, hangilerinin arkadaşlık
hangilerinin ise daha önce abilerine takılıp başlarını yakan genç, zengin
avcısı kızlar olduğunu bilemiyordu. Utandığı için kimseden yardım da
isteyemiyordu. Bunca zaman kızlardan uzak durup, onlarla ilgili hiçbir şey
bilmiyor oluşuna içerliyordu. Oysa kendisine ne söylendiyse onu yapmıştı.
Aralarından birkaç tanesiyle yazışmak istemiş,
ama yazdıklarıyla alay etmişler, konuştuğu zaman söylediklerine
gülmüşlerdi. İnsanların hiç görmediği halde böylece kolay “Seni seviyorum”
demelerine hiç inanmıyordu. Sevilmek değil sevmek istiyordu. Kendisini anlayan
bir kız arkadaşı olsun istiyordu. Seveni çoktu ancak onu anlayan pek kimse
yoktu. O güne kadar her zor gününde ailesine sığınmış, kimi zaman annesine
babasına kimi zaman da kardeşlerine danışmıştı. Artık içine girdiği bu yeni
dünya, anne babasının da tanımadığı bambaşka bir âlemdi. Tek ihtiyacı şefkatli
anlayışlı bir sevgiliydi. Etrafında
dolanıp duran kızların hiçbirisi yüreğine hitap etmiyordu. Gözünü doyurmayı
zaten çocukluğunda öğrenmişti.
Günler böylece geçip
giderken, takıma da, lige de iyice ısınmıştı. İlk onbirin daimi oyuncusu
olmuştu. Taraftarların göz bebeğiydi. Maçtan önce ilk çağırılan, maçtan sonra
üçlü çektiren hep o oluyordu. Takımın gelecekteki kaptanı olmasına kesin
gözüyle bakılıyordu. Milli takım için adı geçmeye başlamıştı. Rüya devam
ediyordu. Yalnız arada, takımın abileri gelip anlamadığı şeyler söylüyorlardı.
Paf takımında arkadaşlarından gördüğü kıskançlık tarzı şeyler değildi bunlar.
Buradakiler sadece sahada değil, saha dışında da, profesyonellerdi. Ne
yaptıklarını çok iyi biliyorlar, kendi kendilerine kaldıklarında, eski
takımlarında neler yaptıklarını, hangi hocayı nasıl oyunlar çevirip de
gönderdiklerini, hangi yeni transferin başını pas vermeyerek yediklerini hiç
çekinmeden anlatarak gülüp eğleniyorlardı. Bizimki inanmasa bile etkileniyordu.
“Taraftara bu kadar çok güvenme”, “İlk fırsatta harcarlar oğlum”, “Çok havalanma, indirirler havanı”, “Sen gençsin bilmezsin, bunlar adamı çiğ çiğ
yerler” diyorlardı. Bizimkinin hepsine verecek cevabı vardı ancak
saygısından susuyordu. Kendi kendine kaldığında “Ben onlar gibi değilim, onlar her izinde, her tatilde büyük şehirlere,
tatil yerlerine kaçıp gidiyorlar, buradayken kimselerin bilmediği mekânlara
gidiyorlar, taraftardan kaçıyorlar, ben onlar
gibi yapamam. Burada doğdum, gözümü açtığımdan beri gidip durduğum mekânlardan,
insanlardan başka bir şey bilmiyorum. Ben burada öleceğim. Onlar gibi
olmayacağım, onlar işleri bittiğinde çekip gidebilirler ancak ben gidemem, bu
takım düşse de çıksa da benim ailem de arkadaşlarım da burada. Yenilince ben de
en az taraftar kadar üzülüyorum, onlar gibi keyfime bakamıyorum, ben de
taraftarım, beni burada herkes sever, hata da yapsam kimse bana kötü söz
söylemez” diyordu. Abilerin söyledikleri, zaman zaman sosyal medyadan
çatan, gol kaçırdığında tribünde homurdanan kimseleri aklına getirse de,
bunların azınlık olduğunu biliyordu. Tribünlerin çoğunluğu hala onu seviyordu.
Hatta diğer takım
taraftarlarından bile sevgi mesajları aldığı oluyordu. Bu başka yerlerde de
takip edildiğini gösteriyordu. Milli takım için adının geçmesinin etkisi
büyüktü şüphesiz. O güne kadar milli takıma sadece bazı belirli menejerlerle
çalışan oyuncuların alındığı ile ilgili türlü dedikodular duymuştu. Şimdi
kendisinin menejeri yoktu ama yine de seçilebiliyordu işte.
Sezon sonuna doğru
takımda işler kötü gitmeye başlamıştı. Kendisi çok çalışıyor, üzerine düşeni
yaptığını düşünüyordu. Kötü gidişatın başka sebepleri vardı ama şehirde karşılaştığı
herkes cevabını bilmediği sorular soruyor, kötü gidişatın sorumlusu oymuş gibi
davranıyorlardı. Takımda taraftar için söylenenler aklına gelse de, yolunu
çevirip soranların, sosyal medyadan rahatsız edenlerin azınlıkta olduğunu
biliyordu. Taraftarın büyük çoğunluğu
sağduyuluydu. Tek sorun, takım içerisinde şehirde istediği gibi dolaşabilen tek
kişi kendisi olduğu için bütün tepkilere mecburen tek başına göğüs germek
zorunda olmasıydı.
Kendisini rahatsız eden
sadece taraftarlar değildi. Adını duyduğu duymadığı onlarca menejer sürekli
telefon ediyor, transfer teklifleri iletip, menejerliğini yapmak istiyorlardı. O
güne kadar hiç menejere ihtiyacı olmamıştı, yöneticileri abisi gibi görüyor,
kendi kulübüyle pazarlık edebileceğini aklına bile getirmiyordu. Zamanı gelince
babası gider konuşur, anlaşırdı. Başka türlüsünü hiç düşünmemişti. Menejerlerle
ilgili iyi şeyler duymamıştı. Güvenilmez insanlar olduğunu düşünüyordu. Ne var
ki yeni sözleşme zamanı gelmişti ve bir temsilcisi olmak zorundaydı. O işi de Babasına bırakacaktı. Onun için bir
menejer bulmasını rica etti. Kendisi sadece oyununa yoğunlaşmak istiyordu. Ancak
bu neredeyse imkânsızdı. Telefonunu kapatsa bile neredeyse her gün takımdaki
abilerden biri odasına gelip, kendi menejeriyle anlaşması için baskı yapıyordu.
Çoğu zaman üstü kapalı tehdit bile ediyorlardı. En sonunda baskılara
dayanamayıp takımın yıldız oyuncusunun da menejerliğini yapan birisi ile
anlaşmak zorunda kalmıştı ki, kulüp başkanı bir gece yarısı arayıp, kulübün ne
kadar zor durumda olduğuyla başlayan, sen bizim evladımızsınla biten uzun bir
nutuk atarak, kulübün hep çalıştığı ara sıra antremanlarda gördüğü başka bir
menejerle anlaşması gerektiğini söyledi. Başka birisine söz verdiğini, bu işe
babasının baktığını falan anlatacak oldu ama tanıdığı günden beri babacan bir
tavırla hep sırtını sıvazlayan, hep güzel sözler söyleyen, daha az önce
ağlayacakmış gibi yumuşak yumuşak konuşan o adam bir anda değişip, telefonda tehditler
savurmaya, ailesinin de başını yakmak ile ilgili türlü şeyler söylemeye başlayınca
neye uğradığını şaşırdı. O gece, uzak bir deplasmanda, bir otel odasında,
üzerinde pijamalarıyla apar topar hazırlanıp önüne konan sözleşmeyi neredeyse
silah zoruyla imzaladığında çoktan beyni allak bullak olmuştu bile. Ertesi
günkü maçta çok kötü oynadığını söylemeye gerek yok tabi. Şehre döndüklerinde
en kötü oynayan kendisi olduğu için en çok protesto edilen oyuncu olması da kimilerine
göre çok normaldi.
Rüya gibi başlayan
sezon, türlü kavga gürültüyle sona erince birazcık dinlenmek istedi ve
hayatında ilk kez bir yaz tatilini şehrinden ve ailesinden uzakta geçirdi. Bu
arada sezon sonunda yapılacak milli takım kampı ve hazırlık turnuvası için
açıklanan kadroya da alınmadı. Hâlbuki sezon bitmeden önce milli takım hocası
arayıp kendisinin kesin olarak kadroda olacağını söylemişti. O zaman içerisinde
menejer isimleri geçen bir konuşma yapmış ama milli takıma alınmanın
heyecanıyla söylenenleri tam olarak anlayamamıştı. Hocanın o zaman söylemeye
çalıştığı şeyi şimdi anlıyordu.
Tatili uzakta geçirmek
hiç iyi gelmedi. Bulunduğu tesiste başka takımlardan futbolcular da tatil
yapıyordu. Futbolcularla hiçbir şey konuşamıyordu. Mahallesinde, sokak
lambasının altında laklak yaptığı arkadaşlarını özlüyordu. Buradakiler paradan
başka bir şey konuşmuyorlardı. Bu kadar paraları olduğu halde ne eğlenmeyi ne
dinlenmeyi bilen insanlar değillerdi. Gece gündüz top tepmekten başka bir şey
yapmadığı, ne bir kızın elini tuttuğu ne gözlerine baktığı kendi gençliği
aklına geliyordu. O yaz birçok kızla çıktı ancak hiç sevgilisi olmadı.
Yeni sezona tertemiz
bir sayfa açarak girmek istiyordu. Tatilde kendine dikkat etmiş, formunu
korumuştu. Sezon öncesi hazırlık kampı için şehre döndüğünde insanların
kendisine ters baktıklarını, her fırsatta yolunu kesenlerin bu sefer uzaktan
geçtiklerini, çocukların bile boş gözlerle baktığını fark edince bir terslik
olduğunu düşündü. Sosyal medya hesabına yüzlerce etkileşim gelmiş, bir sürü
kötü yorum okumuştu. Ne olup bittiğini öğrenmesi gerekiyordu. Arkadaşlarıyla
konuşmaya çalıştı ama herkes lafı dolandırıyor, kimse renk vermiyordu.
Üzüleceklerini biliyordu ama gerçekleri ancak ailesinden öğrenebilirdi.
Babasıyla konuşunca her şey açıklığa kavuştu. Tatildeyken hakkında onlarca
transfer haberi çıkmış, menejeri, hemen her gün gazetelere demeçler vermişti.
Bu arada menejeri kendisine haber vermeden yüklü bir peşinat ve ücretle yeni
bir sözleşme bile imzalamıştı. Kendisinin ne transfer görüşmelerinden ne yeni
sözleşmeden ne de transfer parasından haberi vardı. Başkanla görüşmek istedi.
Başkan telefonlarına çıkmıyordu. Takıma aynı zamanda ağabeylik de yapan
yöneticilerden biriyle konuşma fırsatı oldu. Yöneticinin ağzından laf almak
imkânsızdı. Sanki o da hiçbir şey bilmiyordu. Sözü dönüp dolaşıp Başkana
getiriyor, her şeyin onun bilgisi dâhilinde yapıldığını, onunla görüşmesi
gerektiğini söylüyordu. Bu arada Başkan bir basın açıklaması yapmış, bizimkinin
aramalarını kameralardan herkese gösterip, “Sabah
akşam arayıp, parasını istiyor, ben böyle şey görmedim” diyerek bütün şehre
şikâyet etmişti. Bizimki hem parasından hem yeni sözleşmesinden hem de
taraftarların sevgisinden olmuştu. Bu olanlara bir türlü inanamıyordu. Sezon
öncesi kampı çok kötü geçmişti. İstese gazetecileri arayıp, olan biteni
anlatabilirdi ama yapmak istemedi. Sonucu değiştiremeyeceğini biliyordu. Bu
arada kulüpte de işler karışmış, Yönetim istifa edip kongreye gitmişti.
Belirsizlik içinde sezon başlamış bizimkisi sözde yüklü yeni sözleşmesiyle top oynamaya
çalışmıştı. Taraftarlar yine tribüne çağırıyorlardı kendisini ama eski coşku
yoktu, arada çatlak sesler çıkıyor, kendisine kızdıklarını duyabiliyordu. Böyle
anlarda hep takım abilerinin söyledikleri geliyordu kulağına. Aldırmamayı
öğrenmişti ya, tribünlere kadar gitmek yerine uzaktan bir el sallamayla
geçiştirmeye başlamıştı artık maç öncelerini. Yeni yönetim seçilmiş,
menejerinin kulüpten ayağı kesilmişti. Böylece sözleşmesini feshederek eski
menejerinden kurtulabilmişti ama peşinatı da elden gitmişti. Ara ara parlayıp
sönerek sezon ortasına kadar geldi. Yeni menejeri de yeni Başkanın adamı
çıkmıştı. Devre arasında Başkan çağırıp, eski başkandan duymaya alışkın olduğu
sözlerle lafa girmiş, kulübün çok zor durumda olduğunu, kendisini satmak
zorunda olduklarını, yeni kulübünü bile bulduklarını söyleyerek, adeta kovmuş
ama basının karşısına geçip, şehrin çocuğunun kulüp için ne kadar büyük fedakârlıklar
yaptığını, alacaklarını da bırakarak ayrıldığını, kapılarının her zaman
kendisine açık olduğunu söylemekten de çekinmemişti.
Böylece doğduğu
topraklara, âşık olduğu renklere veda etti ve bir daha dönmedi. Gazeteciler her
gün kapısını çalsa da kimseye konuşmuyor. Zaten şehirde kendisini seven kimse
de kalmadı. Geçen zaman içerisinde birkaç transfer daha yaptı. Şimdi kamplarda,
tatil yerlerinde genç oyuncuları etrafına toplayıp, türlü nasihatler veriyor,
istedikleri menejerlerle çalışmazsa asla milli takımda oynayamayacağına
inanıyor. Hala âşık olmadı. Ancak umudunu kaybetmedi. Gün gelip de parası
bittiğinde, şöhretini kaybettiğinde gerçek aşkı bulacağına inanmaya devam
ediyor. Dört gözle o günleri bekliyor.
Comments